TÜBA Üyesi Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan’a TWAS Kimya Bilim Ödülü

TÜBA Üyesi Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan’a TWAS Kimya Bilim Ödülü

Röportaj: Asiye Komut Şanlı

TÜBA Asli Üyesi Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan ile ülkemize getirdiği TWAS Bilim Ödülü hakkında konuşmak üzere yola çıkmış olsak da enerjisi, ülkesine ve bilime olan heyecanı bizi farklı konular hakkında konuşmaya yöneltti. Küçük bir çocukken kitaplardan gözünü alamayan, okumak ve daha çok okumak için gecesini gündüzüne katan İlkay Hoca’nın öğrenmeye duyduğu aşk çok eskiye dayanıyor. Öyle ki valizi hep elinin altında, her an dünyanın başka bir ülkesine anlatmak ya da dinlemek üzere yola çıkabilir. Öğretmek üzerine hep ve çok planı var. Biz de bu planlar, hedefler, bilim insanı olmak ya da olamamak ve elbette ki ülkemizi gururlandıran TWAS 2024 Bilim Ödülü üzerine konuştuk.

Hocam, öncelikle TWAS Ödülü için yürekten tebrik ediyoruz. Ödül konusuna ayrıca gireceğiz ama başlangıçta kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden 1993 yılında mezun oldum. İlk yüksek lisansımı Farmakognozi alanında yaptım. Sonra da Japon Milli Eğitim Eğitim Bakanlığının bursuyla deniz farmakognozisi alanında 2 sene Japonya’da kalarak ikinci yüksek lisansımı yaptım. Türkiye’ye dönünce Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde doktoramı tamamladım. 2002’de post-doc olarak TÜBİTAK-NATO bursuyla Kanada’da kaldım, 2004 yılında doçent, 2009 yılında ise profesör oldum. 2011 yılında Gazi Üniversitesinden görevlendirmeyle 2014 yılına kadar Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesinde Eczacılık Fakültesi Kurucu Dekanı olarak çalıştım. 2016 yılından bu yana da Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanlığını yürütüyorum.

Neden farmakognozi, bu alana nasıl yöneldiniz?
Eczacılık Fakültesinden mezun olduktan sonra kariyer planım içerisinde doğal kaynaklı ilaç hammaddelerini kapsayan Farmakognozi alanı ilgimi çekmeye başladı. Aslında herkesin aşina olduğu fitoterapi bizim alt alanımız. Ama ben Aromaterapi, homeopati gibi doğal kaynaklı tedavi yöntemleri ve bu tedavilerin yapılmasında kullanılan ilaçlar ve ürünleri inceleyen bir alan olarak Farmakognoziye ilgi duydum. Bu alanlara yöneldikçe ilgim daha da arttı ve alanda ilerlemeye karar verdim. Japonya’daki yüksek lisansımda da “deniz süngerlerinden ilaç hammaddeleri elde edebilir miyiz?” sorusunun peşine düştüm. Dolayısıyla hayvanlar, mikro organizmalar, tıbbi bitkiler alan çok geniş ve heyecan vericiydi. Aslında eczacılık bilimleri multidisipliner bir alan, eczacılığın altında kendi araştırma konularımızda ya da kendi disiplinimizde kimya, biyoloji ve Farmakognozi bilgisi gerektiriyor. Doğal kaynaklardan biyoakftif bileşikler, ilaç adayı olabilecek bileşiklerin elde edilmesi konusunda tabii ki kimyacılar, hekimler, biyologlar da çalışıyor ve biz bu alanda birçok disiplinle ortak yayın ve projeler yapıyoruz. Farmakognozi olarak multidisipliner bir alandayız ve daha önce aldığım ödüllerin biyoloji ve kimya alanında oluşu bu çok disiplinli alan olmanın bir sonucuydu.

Mesleğinizde nereyi hedeflemiştiniz? Geldiğiniz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok uzun dönem planlamalar yapmak her zaman hayatta mümkün olmuyor aslında; ama en azından herkesin bir ideali olmalı, hedef koymak insanı motive eder diye düşünüyorum. Bu alanı seçtim ama bu alanda rastgele bir araştırmacı olmak istemedim. Nasıl olsa doçent de olurum, profesör de olurum diyen biri değil de hakikaten yeni konuları çalışmak, yurt dışındaki kurumlarla iş birliği yapmak, yeni deneysel yöntemleri kullanmak, sürekli yenilenen bu alanı daha çok öğrenmek istiyor ya da benim öğrencilerim bu konuda neler yapabilir diye düşünüyordum hep. Yani hayatımın her döneminde hep bu idealim vardı aslında. Multidisipliner bir alanda çalışmak, iş birliği yapmak, farklı alanlardan araştırmacılarla çalışıp araştırma yapabilmek çok güzel. Bu sayede güçlü yayınlar güçlü projeler üretiliyor. Zor tarafları da var tabii bunun, mesela birçok temel alana hakim olmak zorundasınız, bir bitkiden bir molekül elde ediyoruz, bunun kimyasal yapısını çözmek zorundasınız. Bu noktada sadece eczacılık bilgisi yetmez, iyi bir kimya bilgisi de gerekiyor ya da bu molekülü elde ettik diyelim tedavide hangi alanda kullanılabilir? Sorusuna yönelik aktivite testleri yapmak istiyorsunuz. O mekanizmaları bilmek yani temel tıp ya da farmakoloji bilgisine sahip olmak gerekiyor yani bu da sürekli literatürü takip etme gerekliliğine işaret ediyor. Bu alanlarla ilgili yenilikleri kovalamak ve sürekli okumak gerekiyor. Zorluk derken zaman açısından zorluğu kast ediyorum. Zaman olduğu sürece ben işimi çok seviyorum. Sürekli öğrenmek, araştırmak keyif veriyor. Bu aslında bilim insanı olmanın da gerekliliği bence.

Herkes üzerine tabii ki alınmasın ama bilim insanı olmaktan bahsediyorsak, kendisini akademisyen ya da bilim insanı diyen birçok memur hocamız var, bu yüzden memur görünümlü bir akademisyen olmak istemedim hiçbir zaman. Ne kadar iyi yapıyorum bilmiyorum ama en azından ben bu ülke için iy, bir şeyler üretmek istiyorum, düşününce ekstra bir şey de yapmıyorum, zaten böyle olması gerekiyor. Kendi adımıza, üniversitemiz adına ve ülkemiz adına üretmemiz çok önemli. Bu anlamda daha çok yolumuz ve yapmamız gereken çok çalışma var.

Görüyorum ki hala pek çok amacın peşinde koşmaya devam edeceksiniz. Sizce başarı nedir?
Bilim insanı olmayı ben 24 saat ve 7 güne yayıyorum. Saat 9.00’da gelip 17:00’de çıkmak değil bilim insanlığı. Çıkabilirsiniz de ama bilim insanıysanız odanızın kapısını kapadığınızda gün bitmiyor. Ders notu okumalısın, soru hazırlamalısın, toplantılara katılmalı, literatür okumalı, araştırmaya devam etmelisin. Hiç bitmeyen bir döngü bu, önemli olan bu döngüye ne kadar adapte olabildiğin, iş disiplinin bununla ne kadar doğru orantılı olduğu bence. Bilim insanı olmayı bir yaşam biçimi olarak gördüğünde ve bunu sindirdiğinde yani bu hayata adapte olduğunda başarı da beraberinde geliyor. Öğrenci faktörü bir hocanın başarısında çok önemli. İyi bir ekiple çalışıyorsan başarı da beraberinde geliyor, öğrencinin iyi yetişmesi hocanın da başarısı yani orada bir alışveriş söz konusu. Tabii sorun şu; çok nitelikli öğrencilerimiz var ama hepsini almamız mümkün olmuyor, en iyileri alıp onları gerçekten bilim insanı zihniyetiyle yetiştirip akademide tutmak gerekiyor. Benim de çok kıymetli öğrencilerim oldu ne mutlu ki bana en kıdemli öğrencim, 2020’de TÜBA GEBİP Ödülü de alan Sezer Şenol Deniz. Bu benim için çok büyük bir gurur. Ona her baktığımda gurur duyuyorum.

Bizim yaptığımız çalışmayı dünyanın her ülkesinden herkes okuyabiliyor ve sonuçlarından faydalanabiliyor. Bilim bu anlamda çok global ama ben bilimde biraz da vatansever olunması gerektiğine inanıyorum. Buradan kastım şu, bulunduğun yerde şartlar çok iyi olmayabilir ama durum böyle diye küsüp oturmamak gerekiyor, elimizdekilerle de bir şeyler yapmayı denemek gerekiyor. Bir çalışma yaptığında ya da yayınlandığında dünya bilimine katkı oluyor ama ülke bilimine de katkı vermiş oluyorsun, Türkiye kaynaklı çıkıyor bu yayınlar. Bu ülke için elimizdeki her imkânı kullanarak Türkiye adresli yayınlar çıkarmamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bilimde vatanseverlikten kastım bu. Sonuçta bu rekabet tüm dünyada var.

Belli hedeflerim vardı, bunların bazıları zaten bu hayat biçiminde karışımızda duran hedeflerdi. Akademik kariyerim boyunca hep daha iyisini yapmaya çalıştım. Unvanlar zaten peşi sıra geliyor. Hırstan ziyade azimli olmak çok önemli. Bir akademisyenin olmazsa olmazı azim. Karşılık beklemeksizin çalıştığınızda bir şekilde kapılar açılıyor. Hep çok çalışmaktan ve takdir edilmemekten şikâyet edilir ya; aslında çok da öyle olmuyor, çok çalıştığınızı görenler oluyor ve bir şekilde size kapılar açılıyor. Türkiye’de bir çok alanda çok profesör var fakat gelin görün ki aynı alanda 500 profesörden öne çıkan örneğin sadece 50 isim vardır. Minimum şartları sağladığın sürece unvanları teker teker alırsın, önemli olan bu unvanların altını doldurmak, hakkını verebilmek. Bir profesör çok çalışıyor ve diğeri onun 10’da biri kadar performans gösteriyorsa da çok çalışana pozitif ayrımcılık pek yok, ancak bu durum insanı çok da yıldırmamalı.

İki yıl kadar önce Aziz Hoca’yı kongremize konuşmacı olarak davet ettim, davetimiz için teşekkür etti ve gelmeyi çok istediğini fakat yapamayacağını söyledi. “Nobel’den bu yana çok ülke dolaştım, konferans verdim, laboratuvara vakit ayıramadım. Çok geri kaldım, oraya geri dönmek istiyorum.” dedi. Aslında bu cevap anlayana büyük bir ders. Belli bir yaşa ve çok önemli bir konuma gelmiş, ancak hala laboratuvarda yarım kalan araştırmalarını düşünüyor. Demek ki bu yaşam biçimini yani laboratuvarda çalışmayı o kadar sindirmişti ki, oradan geri kalmak onu üzmüş. Hocanın cevabı beni gerçekten motive eden bir mesaj oldu. Kendimce ben de doğru yolda olduğumu düşündüm.

Bilimin toplumsal çıktı üretmesi ve ekonomiye katkı yapması gerekir diyorsunuz.
Benim bir bilim insanı olarak hep daha çok üretmek ve daha çok proje yapmak istiyorum. Bir eczacı olarak düşündüğümüzde ise, hani söylenir ya hep Türkiye’de bir orijinal ilaç molekülümüz yok diye. Çok kolay bir iş değil tabii. ‘Ben bir ilaç molekülü bulmak istiyorum’ demek çok iddialı olur ama dediğim gibi kendi alanım itibarıyla doğal ilaç hammaddeleriyle çalışıyorum. Biz Türkiye’nin zenginliğinden ekonomik anlamda ve ülkenin prestiji anlamında çok yararlanamıyoruz. Daha doğrusu bu zenginliği katma değerli ürünlere dönüştüremiyoruz. Çünkü bu alanda çok iyi bir koordinasyon olmadığını düşünüyorum, daha iyi koordine edilebilir. Bizim 5 Euro’ya ham olarak sattığımız bitkiyi, Almanlar bize şurup halinde 50 Euro’ya satıyorlar. Aslında bunun tam tersi olmalı, zaten hammaddesi bizde, biz bunu bitmiş ürüne dönüştürüp satabilmeliyiz. Benim alanım açısından ülkemizde böyle bir eksiklik var. Ben buna katkı yapmaya çalışıyorum. Kendi çapımda bilimsel yayınlar konusunda ciddi bir atıf sayısına ulaştım. Özellikle araştırma üniversitelerinde ‘sanayi-üniversite iş birliği kapsamında ürün ortaya koymalıyız’ düşüncesi artık hakim olmaya başladı. Dolayısıyla artık patent odaklı çalışmalara daha fazla kanalize olmaya başladık. Bu yıl içinde ağız için aft, yara ve enfeksiyonlar gibi sorunlara yönelik bir ürün çıkardık. Ürün, üniversitemiz hak sahipliğinde ticarileşti. Türkiye’de yetişen 5 bitki türünün uçucu yağlarını ve yüksek oranda propolis de içeren, projenin ar-ge çalışmalarını ben yaptım, üniversitemiz üzerinden patentine başvurdum. Bir firma ürünle ilgilendi ve üniversite olarak lisans devri yaptık. Böylece Gazi Üniversitesinin ilk patentli ve ticarileşen ürünü ortaya çıktı. Yani artık laboratuvar bankosundan elde ettiğimiz sonuçları biraz daha üniversitenin ürettiği bilgi ve ar-ge ile ticarileşen ürünlere dönüştürmenin vakti. Üniversiteler artık sadece proje yapmakla kalmamalı, çıktılarının topluma ve ülke ekonomisine faydası olmalı. Benim odağım artık biraz oraya kayıyor.

TWAS Ödülünden bahsedelim mi Hocam? Ödülün anlamı ne?
Dünya Bilimler Akademisi (The World Academy of Sciences - TWAS) saygın bir bilim akademisi, UNESCO çatısı altında ülkeler üstü bir akademi. Birçok ülkenin üye olduğu prestijli bir kuruluş. Ben yıllar önce TWAS üyeleri tarafından önerilmiş, değerlendirilerek 2005 yılında TWAS’ın Young Affiliate genç üyesi olmuştum. 45 yaşına kadar süren bir üyelikti. Halen üye havuzunda yer alarak devam ediyorum.

TWAS’ın merkezi İtalya Trieste’de genç üye seçildiğimde çok güzel bir tören düzenlendi, o zamanki TWAS başkanının elinden üyelik belgemi almıştım benim için çok onur verici bir anıydı. TWAS’ın 1985 yılından bu yana verdiği fizik, kimya, tıp, sosyal bilimler, zirai bilimler gibi alanlarda ödüller söz konusu. Bu senenin başında benim üyesi olduğum Asya Bölgesinin Başkanı olan Prof. Krishnan beni aday göstermek istediklerini söyleyince memnuniyetle kabul ettim. Gerekli belgeleri gönderdim ve beni aday gösterdiler. Kümülatif bir değerlendirme sonucu akademik ve idari özgeçmiş dahil, bilimsel yayınlarımız, bu yayınların kalitesi, etki değeri, atıf sayısı, kitaplarımız, projelerimiz ve patentlerimiz üzerinden yapılan bir değerlendirmeyle veriliyor. Nihayetinde Kimya alanında 2024 Bilim Ödülü kazandığıma dair bir mektup aldım. TWAS Ödülü sahibi olduğumu öğrendiğim an hayatımın en mutlu anlarından biriydi; çünkü çok prestijli bir ödül. Kendime, üniversiteme ve ülkeme hayırlı olmasını diliyorum. Böylece 1985’ten bu yana verilen bu önemli ödülü alan 5. Türk bilim insanı ve ilk eczacı akademisyen olma gururuna eriştim. Ödül törenini 2024 yılı içinde verilecek ancak henüz kesin tarihi beli değil, ödülü kazandığım 21-23 Kasım’da yapılan TWAS genel toplantısında açıklandı.

Bilim insanları için bu tür teşvik ve takdirler gerçekten çok önemli, bir yandan çalışmalarımıza maddi açıdan büyük faydalar sağlıyor, bir yandan da motivasyonumuzu yükseltiyor ve tabii ki dünyayla iletişimimizi kuvvetlendiriyor. Bu tür röportajlar sayesinde de çalışmalarımızı aktarma, bilime hevesli gençlere yol gösterme fırsatı buluyoruz. Bu anlamda TÜBA’ya ayrıca teşekkür ediyorum.